Bir kaç hafta önce yaptığım Eskişehir turunun hatıratını yazıp yayınladığıma göre sıra bir yıl önce yaptığım yayla turuna gelmiştir. Biz de sıracılık yok, devrecilik var.
Efendim, turun yola çıkmadan önceki hikayesinden kısaca bahsedecek olursam, Sakarya’ya taşınmamın ardından sevgili Hasan Taşdelen ile yüz yüze tanışıp tur için ara ara sohbet ediyorduk. Tarih ve konum belirledikten sonra rotayı hazırladık. 2020 Ekim ayının bir Cumartesi günü yola çıktık.
Tur rotalarımı google haritadan çıkartıyorum. Yayla için çıkarttığım yolun 15km’lik kısmında irtifamız 250’den 1500’e çıkıyor. Bu kadar kısa mesafede 1250 metrelik irtifa kazanımı başımıza gelecekler konusunda bir hayli fikir veriyordu. Ancak ben görmezden geldim.
Hasan Taşdelen
Hasan’ın zihni; ”Biz ne yapıyoruz ? Neyin peşindeyiz ? O dağları kim tırmanacak ? O güzel insanlar, demir atlarına binip nereye gittiler ?”
Hasan’a yüzündeki bu neşeyi veren şey şu cümle olabilir miydi ? 🙂 ” Hasan tamam vaz geçtim, gitmeyelim. Hadi eve geri dönelim”
Öğle vakitlerinde Taşburun köyüne kadar ulaştık. Köprünün önünde biraz soluklanırken fotoğraftaki bey abi geldi yanımıza. Samimi selamını paylaşıp sohbete koyuldu bizimle. Yurdum insanı ! O da ekmeğinin peşinde yollara düşmüş bir aile babası. Giyimi gibi siyah bir ticari aracının arkasında bir çok elektrik ve mekanik ekipmanları var. Çevre köyleri gezip elektrik elektrik motorlarının tamirini veya bakımlarını yapıyor. Eksik olmasın, çayımızı da ısmarladı. Yollarda çok insan ile tanıştım. Kimisi ile hoş beş 3-5 cümlenin ötesine geçemezken kimisi ile sonu gelmeyen bir sohbet başlar. Yaşamın ve sorumlulukların getirdiği öyle bir olgunluk yüklüydü ki bey abide, Hasan sordu, bey abi anlattı, ben dinledim.
Çay iz luding ……
Dokurcun Köyü
Saatlerimiz 5’i gösterirken Dokurcun köyüne ulaştık. Ev yemekleri yapan küçük bir lokantada yakıt depolarını doldurup yolun kalan kısmı ile ilgili köy esnafı ile sohbet ettik. Köyden itibaren yokuşların çok sert olduğu çekinmeden paylaştılar. Karanlık çökmeden ulaşamayacağımızı kabullenmiştik zaten. Ancak henüz hiç yapmadığım kadar sert bir tırmanış yapacağımdan haberdar değildim. Hasan’da öyle olsa gerek. He Hasan ?
Hemen karşımızda Davlumbaz yaylası ve Sülüklü göl
Google haritalardan çıkardığım rota bizi öyle yanlış bir yola soktu ki, hem eğim hem de çakıllı yollar nabızlarımızın düşmesine hiç izin vermedi. Yanlış yol bizi her ne kadar tüketse de, fotoğraflarda görünen manzaradan öyle hoşnuttuk ki kimse sesini çıkarmadan tırmandı. Güneş batmaya yakın doğru yola ulaştık. Gerçekten olması gereken yol muydu ?
Karanlık öncesi son fotoğraf. Önümüzde 12-13 km yol kalmıştı. Mevcut irtifamız 450 metre civarı. 12 km yol gitmek hiç sorun değil de 450 metreden 1500′ e çıkmak kim bilir ne kadar zamanımızı alacaktı. Bir süre daha ilerledikten sonra pedal basmak mümkün olmadı. Bisikletleri ittirerek, zifiri karanlığın içerisinde saatlerce yürüdük. 10 dakika da bir hem kalan yolumuza hem de irtifamıza bakıyordum.
Karanlığın içinde, hiç bilmediğim bir coğrafyada, ormanın içinde yürüyorduk. Hasan olmasa mümkünatı olmayan bir yolculuk bu benim için. Çocukluğumda da aynı problemim vardı. Kendi topraklarımda da olsam karanlıkta bir santim yol alamam tek başıma. Bu ürküntüyü asla çözemedim.
Dağların arasında ağır ağır, sohbet ederek ilerlerken son 4 km kalmıştı ve irtifamız 1200’ü bulmuştu. Herhangi bir yerleşim yerinden o kadar uzaktaydık ki, ne bir ses ne bir ışık. Bu ağır sessizliğin içinde bir traktör sesi gelmeye başladı. Ses arttıkça Hasan’ı bir heyecan kapladı. Yaşadığımız anın verdiği keyfe de, eziyete de öylesine alışmıştım ki, imkanımız varsa bile o traktöre binmeyi hiç istemiyordum.
Traktör bize ulaştı ve Hasan tabi ki durdurdu. Yaylaya çıktığımızı ve imkanı var ise bizi de götürmesini rica etti. Römork yoktu. Direk traktöre monte küçük bir kasa mevcuttu. Buna sığmamız imkansız görünüyordu. Hasan ve Mehmet abi bir çok şey denediler ama benim aklıma yatmadığı için kabul etmedim. Bazı yöntemleri öyle tehlikeliydi ki kadroyu kırmaya kadar giderdi. Mehmet abi kasanın kapağını söküp, benim bisikleti koyabilmem için basit bir yöntem geliştirdi ve gayet güvenliydi. Artık kaçabilecek bir kapım kalmadı. O traktöre binilecek. Aksi halde Hasan’ın kalbine inecekti.
Başka bir konu daha var ki, Hasan Mehmet abiye yaylaya çıktığımızı söyledi. Ancak hangi yaylaya çıktığımızı söylemedi. Bu konuda sandıkta yolculuk yaparken aklımıza geldi.
Saatler 12’yi devirdiğinde yaylaya ulaştık. Ancak gitmek istediğimiz yayla olan Turnalık yaylasına değil, Çiğdem yaylasına vardık. Mehmet abi gece karanlığına rağmen bizi uygun bir noktaya bıraktı ve evine gidip bize kuru odun getirdi. Traktör üzerinde hareketsiz kaldığımdan bir hayli üşümüştüm. Ayrıca 1500 metre üzerinde bir yayladaydım artık. Yanımda getirdiğim jel’in yardımıyla ateşi hızlıca yaktım ve biraz ısındık.
Çadırlar kuruldu, eşyalar yerleştirildi. Keyifler gıcır.
Sabaha kadar bir çok hayvanın sesini dinledim. Koruma düzeyi hiç fena sayılmayan tulumun içinde bir hayli üşüdüm. O sıra da yan çadırda konaklayan Hasan’dan, dağlarda kükreyen hayvanların sesini aratmayacak horlama sesleri geliyordu. Tüm yorgunluğuma rağmen, üşümenin etkisiyle keyifli bir uyku çekemedim. Günün ağarmasıyla gözler tamamen açıldı.
Gece karanlığında geldiğimiz Çiğdem yaylasındaydık. Çadır kapısının ardındaki manzarayı heyecanla merak ettiğimi itiraf etmeliyim. Çadır fermuarına asıldım. Enfes ve hiç tanımadığım bir görüntü ile karşılaştım. Derin bir nefes ! Onca uğraşa değdi.
”Hasan uyanacak gibi değil, çıkıp dolaşmalıyım.”
Hasan’ın uyanacağı yok. Çadırında küçük çapta bir deprem simülasyonu yaratıp uyanması konusunda kendisini ikna ettim 🙂 Yaklaşık 1600 metrede keyifli bir kahvaltının ardından toparladık. ki ne göreyim ! Benim arka lastik bum. İç lastiği değiştirmek için heybelerimi kurcaladığımda daha vahim bir durumun içinde olduğumu anladım. Ne yedek lastik, ne patlak takımı. Hiç biri yok. Böyle bir turda olacak şey mi, unutulacak ekipman mı yedek lastik !
Lastiği onarmak için yaylayı biraz dolaştık. Bir yerlerden mobilya/doğrama monte sesleri geliyordu. Hasan gidip patlak takımı var mı soruşturdu. Şans yine benden yana !
Yayla ustasından bulduğumuz patlak takımı ile lastiği güzelce yamadık. Abilerle biraz sohbetin ardından yola çıktık. Saat 1’i geçiyor. Çiğdem yaylasından Turnalık yaylasına geçip, eve döneceğiz. İki günlük turların en sevmediğim yönü bu. Dar zaman !
Tarif etmesi zor, fotoğraflara sığdırması imkansız güzellikler içerisinde, Turnalık yaylasına olan yolculuğumuz devam ediyor. Her şey o kadar düzel ki her anı fotoğraflamak istiyor insan. Ancak vakit geçiyor !
İşte, enfes güzelliği ile Turnalık yaylası. Yola çıkarken ilk hedefimiz olan bu güzel yaylada ne yazık ki çok az vakit geçirebildik. Mehmet abi sayesinde Çiğdem yaylasını görebildik. Çadırı kurabileceğimiz yer konusunda ve ateş yakmada işimizi bir hayli kolaylaştırsa da, Turnalık yaylasına bu kadar az vakit ayırabilmek üzücü oldu.
Yaylanın etrafında kısa bir tur atıp, çam ağaçlarının altında bir süre keyiflendik. Yaylanın ortasında aracını kanırta kanırta inip çıkan zübbe, çamura saplanıp kaldı. Bizde içimizde oh çekip kafamızı dinledik.
Turnalık, Çiğdem yaylasına göre daha sakin ve görsel hazzı daha yüksek bir yayla. Bir kez daha gelme konusunda aramızda defalarca konuştuk Hasan’la. (Üzerinden bir yıl geçti ve gidemediler.)
Vakit tamam, görüş bitti. Öğleden sonra 4 gibi eve dönüş için yola koyulduk. Çiğdem yaylasında bize yardım eden ustadan ve Turnalık yaylasında ağaç kesimi yapan abilerden, Turnalık yaylasından Akyazı’ya inen bir yol olduğunu öğrenmiştik. Bu yol bizim tırmandığımız yol mu, yoksa başka bir yol muydu emin olamadık. Ancak dönüşümüz bu yoldan olacağını kararlaştırdık. Kısa süren düz sürüşün ardından amansız iniş başladı.
Geliyor, gelmekte olan. Sarı tutku 🙂
Yaklaşık 1.5 saat boyunca iniş yaptık. Hayatımın en güzel anlarından biriydi. Görsel ziyafeti ne yapsam tarif edemem. Ancak bir kaç görsel ekleyebilirim. İniş yapmak tırmanmak kadar uzun sürmese de o denli zorladı bizi ve ekipmanlarımızı. Eğim hayli fazla olduğundan bisiklet saniyeler içinde 40-50 km’ye ulaşıyor. Zemin ve virajlar bu hızlara izin vermediğinden sürekli fren basmak gerekiyor. Diskler o denli ısınıyor ki kısa zaman sonra tutmaz hale geliyor. Yayladan iniş esnasında defalarca kez durup frenlerin soğumasını bekledik. Aksi halde bir virajı alamayıp uçmamız kesin.
Yaylaya Dokurcun köyünden tırmanıp, Dedeler köyüne indik. Yukarıdaki Strava kayıtlarından detaylıca incelenebilir.
Turu yazıya döktüğüm tarihe kadar bir çok coğrafya gezdim. Böylesine zorlu tur tecrübesini hiç yaşamadım. Zor olduğu kadar büyük hazlar yaşadığım iki gün oldu. Bu işin eziyeti de, keyfi de gerçekten eşsiz. Seviyoruz bu işi 🙂
Sonraki tur yolculuğunda görüşmek dileğiyle…
Selamlar…