Tur Yazıları

Trakya’da Başka Bir Gün – Vize ➔ İğneada ➔ Vize

       2020! Bir çok sancılı sürecin habercisi olan bu yeni yılın, insan oğluna son hediyesi Covid-19 kod adına sahip virüs salgını. An itibari ile büyük şehirlerde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ancak  bu iki günlük bir yasak. Haberi alan insanlar hali ile gıda tedariğini yapmak için sokağa döküldü. Salgın sürecinde bir tedbir şekli olan sosyal mesafe önlemi hiçe sayılırcasına bir dökülüş oldu bu. Birde evinde oturup sokağa dökülenleri türlü örnekler ile eleştiren bir zihniyette var. ” iki gün aç kalsan ölmezsin ” Evli değilim ve tek yaşıyorum. Hiç bir sorumluluğum yok. Ailem köyde ve çiftçi. Kafası en rahat insanlardan biriyim. Ancak sokağa dökülen insanları anlamak çokta güç değil. Evet ben 2 gün aç kalırım ve hiç bir şey olmaz. Ancak evlat sahibi bir insan, çocuğuna yasak anlatamaz. Evinde hastası olan ,yasak anlatamaz. Yaşlısı olan, yasak anlatamaz. Herkesin birbirini fütursuzca eleştirdiği rezil bir süreçteyiz. Sosyal medya ya sosyal mesafe koymanın zamanı çoktan geldi ve geçti.

     2020 benim içinde bir dönüm noktası oldu. İşimi, evimi ve şehrimi değiştirmek zorunda kaldım. Haliyle tüm sosyal çevremden uzaklaştım. Artık İzmit’teyim. İş Sakarya’da. Ekmek davası, git gel yapıyoruz. Yukarıda eklediğim video yeni evimden yasak gününden çekilmiş hızlandırılmış video. İstanbul da ulaşması imkansız bir manzara benim için. İzmit bu konuda daha refah bir şehir. Sokağa çıkmanın yasak ve tehlikeli olduğu şu günlerde, yaklaşık bir yıl önce yaptığım ufak çaplı Trakya turunu bir kaleme alayım istedim. Yukarıda anlattığım can sıkıcı mevzuları geride bırakıp Trakya turunda neler yaşanmış bir hatırlayayım.

     Değerli dostum ”hlkdrl”. Kendisi hücumbot gibi adamdır. İş vesilesi ile 2012 de tanıştık. Yıllar boyu bisiklet ve kamp üzerine çok kez sohbet ettik, plan yaptık. Ancak hiç biri gerçekleşmedi. Nasıl başardık bilemiyorum ama 2019 Mayıs ayı için yaptığımız planı uyguladık. Plan şöyle;

     İstanbul’da evlerimiz birbirine yakın. Haluk beni evden aracı ile alacak ve Kırklareli’nin Vize ilçesine gideceğiz. Orada arabayı bırakıp Kıyıköy yolundan Longoz ormanlarını geçip İğneada’ya gideceğiz. Ardından Demirköy üzerinden Pınarhisar yoluna inip Vize’ye dönecektik. Oldukça basit, bir o kadar rampalı ve en çokça yeşillikli bir yolculuk olacağını düşünüyordum.

     Haluk, sabah 6 gibi gelip aldı beni, düştük yola. 8 gibi Vize’deydik. Ekipmanı boşaltıp toparlandık. Vize’den çıkalı daha 600 metre olmuştu ki yeşil ile baş başa kaldık. Yolu daha önceden biliyordum. Pek kullanılan bir yol değil. Rahat ve konforlu bir sürüş olacaktı.

     Haluk ile Kıyıköy sapağına kadar çok keyifli bir yolculuk yaptık. Sapak aslında bir dört yol ağzı denilebilir. Düz devam edildiğinde İğneada, sağa dönüldüğünde Kıyıköy, sola toprak yola dönülürse Sergen köyüne ulaşılır.  Sergen köyüne bir kaç kez uğradım. Köy merkezindeki Şen Kasap’ın ürünleri son derece doğal ve lezzetli.

     Sapakta biraz nefeslenip dinlenirken fotoğrafta görülen yakışıklı ağabey ile karşılaştık. Bütün zamanını Kırklareli bölgesindeki hayvanları beslemek ile geçiriyor. Biraz sohbet ettik. Kendisinden biraz mama ödünç aldık. O yoluna biz yolumuza.

     Bu görüntüyü kayıt ederken bisikleti bir kez daha düşürdüm. Zaten benim oğlan yol almaktan değil, görüntü alacağım diye onu bir yere dayadığım da düşmekten yoruldu. Köprü üzerinde fotoğraf çekimi yaptıktan sonra tırmanışa geçecektim. Maşayı, gidonda bulunan mandal ile kilitlemek istediğimde başaramadım. Mandalın kilidi çalışmadı. Belli ki bisiklet düştüğünde bozulmuş. Bu hiç iyi olmadı ! Tırmanışta maşanın çalışır vaziyette olması çok fazla yoracak beni. Durumu Haluk’a anlattım. Zihni sinir çözümlerinden biriyle çantasından değişik bir bant çıkardı. Mandalı bağladım ve maşayı devamlı kilitli halde sabit bıraktım. Maşanın devamlı kilitli olması, çalışır olmasından daha iyidir.

     Gopro fotoğraflarında özellikle beyaz rengin patlamasının sebebi, cihazın görüntü kayıt eden merceğinin üzerindeki lekeler pislikler. Bu kir sebebiyle telefon yada gopro benzeri cihazların ne kadar kötü görüntü alacağına bir kez daha tanıklık ettim. Devamlı olarak temizlemek gerekiyor.

 

D

       Saat 2 gibi Sivriler köyüne ulaştık. Yaklaşık 5 saat pedal bastık ve aldığımız toplam mesafe 35 km. Bir yol bisikletçisinin yada bikepacking ile gezinenlerin 1 yada 1,5 saatte aldığı yolu biz 5 saatte aldık. Tur bisikletçiliği benim için hiç bir zaman maksimum mesafe olmadı. Bu yüzden aldığım mesafe değil tattığım keyif benim için ilk sırada.

     Hazır bir yerleşim yerine ulaşmışken bir şeyler yiyelim dedik. Haluk yanında getirdiği XXS beden ocağını ateşledi ve çay için su ısıttı. Simit poğaça bir şeyler atıştırdık. Bu köyden sonra İğneada’ya iki yol var. Birincisi Demirköy üzerinden. Diğeri Longoz ormanlarının göbeğinden geçen toprak yol. Ben ikincisine göre plan yapmıştım. Ancak ben daha önce ilk yolu kullandım. Longoz’un göbeğinden geçen yolu bilmiyordum. Yolda bizi bekleyen sürprizlerden habersiz devam ettik.

      Longoz’un içerisinde pedal çevirdiğimiz uzun süre çamurdan kurtulamadık. Bisiklet, giysilerim, malzemelerim her yer çamur. Haluk’un çok bin dolara yaptırdığı Soulriders şekil bisikleti V fren olduğundan onun durumu daha kötüydü. Frenleri tamamen çamur doldu. Yine çok bin dolarlık karbon jantları da pislikten hoşnut değillerdi. Çamur içindeki yolculuk Haluk’un bisikleti için ızdıraba dönüştü. Buna rağmen sevgili dostum duruma çok takılmadı. Arada bir inip pabuçları temizliyor, yola devam ediyordu. Turcu dediğin böyle olur. Anın tadını çıkarır.

     Belli ki Longoz bir facia’nın eşiğinden dönmüş. Eski model bir araç. Ormanın içerisinde tamamiyle yanmış. Herhangi bir söndürme yapılmamış. Etrafındaki araçlara kısmen zarar vermiş ve bitmiş.

     Longoz’un içindeki 25 km’lik bol çamurlu yolculuğumuz sonunda tamamlandı. Ormanında içinde mücadele ederken, sürüden kopmuş bir inekle karşılaştık. 3 aylık buzağı gibi çifte atıp duruyor koca cüssesine bakmadan. Tavırları pek güven vermediğinden uzun süre yanından geçemedik. Biz yaklaştıkça o delirdi, o delirdikçe biz tırstık geçemedik.

    Saat 17:30 gibi İğneada ya giriş yaptık. Merkez’de bulunan Migros’a giriş akşam ve sabah için az zahmetli yiyecekler aldım. Malzemeleri aldık ama asıl mesele çadırı nereye kuracağız sorusunun cevabını henüz hazır değildi. Köy esnafına danıştık. Samimi bir ses tonuyla kamp alanını tarif ettiler. Bir işletme değil. Ormanlık alan. İsteyen gidip çadır kurabiliyor. Ormanın içinden çıkmadan Gopro’nun içindeki kart  hafızası dolmuştu. Bir tane kart tedarik ettim. Kamp alanına geçtik.

       İğneada’yı daha önce çok kez ziyaret ettim. Kalacak yer konusunda net bir konum belirlememiş olsam da aklımdan deniz kenarı geçiyordu.  Kamp alanına varır varmaz  yükümü indirip sahilde çadır koyacak bir yer var mı bakmaya çıktım. Aslında yer çok ama rüzgar vardı. Bu yüzden Haluk deniz kenarını  çok makul görmedi. Hakkı vardı. Sahil akşam vakit geçirmek için pek uygun değildi.

     Çadırları kurduk. Bir tanesine biz yattık. Diğerine bisikletleri yatırdık. Ancak bunu yaparken nasıl ettiysek iki parmak kadar çadırı yırtmışız. Fotoğraftaki vahşi görünümlü, yırtıcı, asi, korkunç velet te akşam sohbeti için yanımıza teşrif etti.

 

 

 

 

 

     Haluk ile daha önce Çanakkale bisiklet festivaline gitmiştik. Bir daha da asla gitmeyeceğim bir organizasyondur. Kendisi o planımızda da en ince ayrıntısına kadar ihtiyaç duyacağı şeyleri düşünüp, planlayıp hazırlıklı gelmişti. Haluk ile yola çıktıysanız güvendesiniz. Akla gelmeyecek bir şey yollarda lazım olursa Haluk’ta kesin bir çözüm vardır.

     Hücumbot dostum minik ocak setini çıkardı. Önce makarna için sıcak su ısıttı. Yemeğimizi yedik. Karnımız doyar gibi oldu. Ardından kahve için bir sıcak su daha. Kahve eşliğinde hoş sohbetin ardından yatışa geçtik. Çadıra girmeden önce kalan yiyecekleri bir poşete doldurup yüksek bir ağaç dalına astım.

 

     Haluk ve dostları eğleniyorlar. Bu arada birileri dün akşam ağaca astığım yiyeceklere dalmış. Poşeti indirmemişler. Olduğu yerde kemirmiş. Alabildiğini almış. Sağ olsun bize de iki parça bir şey bırakmış.

 

 

 

 

 

 

 

 

 


     

     Gençler, cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.

 

Gazi Mustafa Kemal

     Sabah 7:30 gibi İğneada’dan çıkış yaptık. Günün ilk ışıklarının eşliğinde, enfes manzara, enfes doğa, harika bir yol, Haluk’un bisikletinin cırıltısı ve biz. Doyumsuz bir sürüş yapıyorduk. Ben gözümün gördüğü her şeyi çekmeye çalışırken, Haluk sadece pedal basıyor, anın tadını çıkarıyordu. Dün’e göre daha uzun bir mesafe gideceğiz. Birde çok daha fazla tırmanacaktık. Tüm rota bilgisini tura çıkmadan önce Haluk ile paylaşmıştım. Bu yüzden çok erken saatte yola düştük.

 

     Rampanın ucuna ulaştığımızda irtifamız tam 400 metreydi. Bu gün bol bol tırmanacağımız dan yükseltimizi an ve an takip ediyorduk. Bu noktadan sonra 200 metreye hızlı bir iniş, ki videoda izlenebilir. Sonrasında 360 metredeki Demirköy’e tırmandık.

     İndik çıktık, bastık çevirdik, yan yattı, çamura battı Demirköy’ü geçtik. İrtifamız 300 metre civarı ve 800 metredeki Jandarma kulesine kadar olan tırmanışımız başladı. Burası bölüm sonu canavarı. Geçtiğimizde oyun bitti sayılır.

     Tam rampayı tırmanmayı başlamıştım ki üstünde bisiklet bağlama aparatı olan bir araç yanımda durdu. Bölüm sonu canavarını hızlı geçmek için hile teklif etti. Çok teşekkür ettim. İşin asıl keyfinin burada olduğunu ifade edip sepetledim ağabeyi. Şaka bir yana sağ olsun çok ince bir teklifti ama ben bu rampayı emeklerimle çıkmazsam içimde kalırdı. Yaptığım turun keyfi uçup giderdi. Eve döndüğümde yaptığım işin hazzını tekrar yaşayamaz, huzuru bulamazdım. Haluk, bisikletinin dişli yapısı gereği daha hızlı tırmandığından hep daha ilerdeydi ama nasıl olduysa ağabeyin teklifini duymuş. Yanına ulaştığımda ”neden kabul etmedin Mıstık” dedi. Ben Mersin sokakları kısa şort ile dolaşırken Haluk bu camianın içerisinden olan biriydi. Psikolojik ve fiziki direnci oldukça yüksektir. Ondan böyle bir cümle gelmesine şaşırdım açıkçası. ”Burayı tırmanmak istiyorum” dedim, devam etik.

     Biraz daha ilerledik. Haluk’tan otostop çekme teklifi geldi. Bu konuda tereddütte bile düşmedim. Burayı tırmanacaktım. Değerli dostuma dilerse bunu yapabileceğini, Vize’de planladığımız saate kadar gelemezsem devam edebileceğini söyledim. Vize’de yaşayan bir arkadaşım olduğundan bu cümleyi daha rahat kurdum. Haluk bana çok kızdı. Bir an önce bitirip evine gitmek istediğini ve dinlenmek istediğini söyledi. Zırt pırt durup fotoğraf çekmemi vurgulayarak söyledi tabi bunu. Burada ayrıma düştük. Haluk kendi haz tarzı ile haklıydı. Ancak böyle bir rampayı tırmanacağımız da zaten belliydi. Şu da bir gerçek ki ortalama hızımın düşüklüğü ve sık sık durup fotoğraf çekme arzumdan kaynaklanan zaman kaybı sebebiyle bu noktaya olması gerektiğinden daha geç geldik. Kayıt yapmaktan vazgeçemezdim. Olmaz. İmkanı yok. Mümkün değil. Ancak Haluk’un haklı istediğine cevap vermek zorundaydım. Sonuçta yola beraber çıktık. Çok daha dikkatli olacağımı söyledim ve tırmanmaya devam ettik.

     Beraber vakit geçirmekten, sohbet etmekten çok keyif aldığım insanla dahi ayrıma düştük. Ona haksızlık yapamazdım. Ancak kendi keyfimi de kenara atamazdım. Has yoldaşım Cemre ile de çok defa bu konuda ayrıma düştüğümüz, tartıştığımız oldu. Bu sebeptendir bisiklet üzerinde, yani tur bisikletçiliğini icra ettiğim zaman diliminde yalnız vakit geçirmek benim için doğru seçim olduğunu düşünüyorum ve uyguluyorum.

     Demirköy’den sonra bir buçuk saat kadar soluksuz tırmandık. Fotoğraftaki noktaya geldiğimizde yol kenarında gözlemeci ye denk gelince pek sevindim. Sabah İğneada’dan çıkarken kemirdiğimiz simitten sonra düzgün bir şey yemedik. Gücümün tükendiği yerde ara ara enerji barı yemiştim. Bu noktada gözlemeci ile karşılaşmış olmak çok iyi oldu. Birer ikişer gözleme gömdük. Tur bisikletçiliği dediğimiz olay zaten gezelim gömelim değil midir ? Molayı çok uzatmadan yola devam ettik.

İşletmenin güvenlik ve vale hizmetlerini sağlayan arkadaşlar.

    Üç saatlik tırmanışın ardından bölüm sonu canavarını geçtik. En yüksek nokta olan 810 metre Jandarma Kule noktasındaydık. Bir nefesleniriz diyordum. Haluk hiç durmadan devam etti. Bende şöyle bir telefonu kurcalıyordum ki oda ne ! Strava uygulaması kapanmış. Tırmanış boyunca kapalıymış. Arşivcilik takıntım bu noktada. Strava’nın yaptığım yolun her saniyesini kayıt etmeli. Olacak şey mi, hemde yolun en cav cavlı yerinde. Daha sonra kayıp bölgeyi kurtarmak için çok uğraştım ama olmadı.

     Bu paragrafı oldukça gergin yazıyorum. Neden mi ! Jandarma Kule’ye tırmanırken Strava kapanmış, aldığım yolu ve değerleri zaten kaybetmişim. Evlat acısı gibi koymuş. Jandarma Kule’den aşağı uzun inişi yaparken bol bol video çektim. Hızım yüksek olduğundan telefonu kullanamam diye Gopro’yu açtım. Alet sürekli Sd kart hatası verdi. Aç kapa yaptım. Neticede çekebildiğim kadar video ve fotoğrafın büyük bölümünü kurtaramadım(Eve geldiğimde). Sapağa vardığımızda Strava’nın bir kez daha kapandığını fark ettiğimde cinlerim tepeme çıktı. Haluk’un hiç böyle sıkıntıları olmadı tabi. Neden ? Çünkü gidonun da bağlı 37 ekran yol bilgisayarı vardı.

     Poyralı köyü, Vize Kırklareli yolunun 17’inci kilometresinde bulunuyor. Yani Vize’ye, yani turumuzun son bulmasına 17 km kaldı. Aslında Sergen köyü üzerinden Vize’ye gidecektik. Şen kasaba uğrayıp tur sonu keyif ziyafeti çekecektik ancak, vakit yetişmeyeceğinden daha kolay olan bu yolu seçtik. Kalan yolumuzda da ufak bir iki rampa dışında zorlayıcı bir şey kalmadı.

     Sabah yola çıktığımızda öğleden sonra 5 gibi Vize’de olmayı planlıyorduk. 5’i 5 geçe Vize’ye ulaştık. Ben bir noktada bekledim. Haluk aracı almaya gitti. Merkeze göre yukarıda bir noktaya bırakmıştık.

     Tur’da aldığım hazzı anlatmaya gerek duymuyorum. Fotoğraflar her şeyi anlatıyor zaten. Bakınız, Muhteşem. Covid 19 salgını geçip hayat normale döndüğünde mutlaka yapılmasını tavsiye ederim. Terapi gibi bir yolculuktu.

     Bir gün önce İstanbul’da Haluk beni almaya geldiğinde evden çıkarken tartılmıştım. 110 küsür kg gelmiştim. Tur sonrası Halukcuğum sağ olsun kapıma kadar bıraktı beni. Malzemeleri çıkardım ve duşumu aldım. Bir daha çıkayım dedim şu tartıya. 107 kg’ı görünce şaşırdım. Çokta hoşuma gitti. Çünkü zayıflamak için çaba gösterdiğim bir dönemdi. 128 kg’dan 110’a kadar düştüm. Tur sonrası 107’yi görmek çok hoştu ancak bunun su kaybı olduğunu düşünmüştüm. 3,4 gün sonra tekrar tartıldığımda değişen bir şey olmadı. Evet artık 107 kg idim. Harika !

     Özetle her anlamda yine muhteşem bir tur yazısının daha sonundayım. Sevgili blog’um, bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Sağlıcakla…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir