Tur Yazıları

Bol Yağışlı, Sert Yokuşlu Yalova Bisiklet Turu

     Hep kaoskent olarak nitelendirdiğim İstanbul’un etrafında, Yalova gibi cennet şehirlerde olmasa nasıl nefes alacağız bilemiyorum. Yazları daha da yaşanılmaz bir hal alıyor şehir. Sahil şeridinde bulabildiği her alanı mangal keyfi için değerlendirenler, şehrin her noktasında çözümü imkansız trafik ve kuralsız şoförler, sokak aralarındaki kutlamalar, gürültü, patırdı. Çevre ve hava kirliliği ise insanın vicdanını sızlatır vaziyette.

     Bu blogu kuralı aslında 1.5 yıl kadar oldu. Bir iki basit konu paylaşmanın ötesine geçemedim üşengeçlikten. Bu sefer kararlıyım. Bundan sonra kayda değer bütün turlarımı yazıp yayınlayacağım. Birde kilo vereceğim.

     2016 yılı bisiklet açısından oldukça verimsiz bir yıl olmuştu. Bunun verdiği özlem ile sıkı bir giriş yapalım istedik yoldaşım Cemre ile. Şehir içi 5-6 turdan sonra bisiklet sürmekten en çok keyif aldığım yer olan Yalova’ya bir uzanalım istedik. Tur haritalarını genelde ben çizerim. Bu tur içinde gerekli rotayı hazırlayıp tarih planlamasını yaptık.

8:00 Pendik Yalova feribotuna yetişecek şekilde Maltepe’deki evimden yola çıktım. Bir gün önce akşam, Cemre ile tur için mesajlaşırken bana havanın kötü olacağını ve mutlaka yanıma yağmurluk almamı tembihledi. Sabah pencereden dışarıyı gözetlediğim de tek bir bulut yoktu gökyüzünde. Cemre şom ağızlı dır. Bulutsuz havada yağmur yağdırır. Ne olur ne olmaz diye aldım yanıma yağmurluğumu.

 

 

     Saat : 08:45  gibi Yalova sahile indik. Market alışverişini yapıp sahil yolundan Altınova’ya doğru devam ettik.

    Altınova merkezden Ayazma yoluna geçip Soğuksu köyüne doğru çevirdik gidonları. Asfalttan uzaklaşalı henüz bir kaç yüz metre olmuştu ki, Yalova’nın eşsiz yeşili bizi karşılamaya başladı.

     İki ağacın dallarına yapılmış, arasında köprüsü ve terası olan iki mükemmel yapı. Rengi doğayla uyumlu olduğu için fotoğraf içinde evleri seçmek biraz zor. Böyle bir eve sahip olmak nasıl bir haz ve his acaba ? Bayaa kafa yordum o an. Sonuç bulamadım. Yola devam ettik.

Fevziye köyüne doğru tırmanırken hava yavaştan kapamaya başladı. Kehanet gerçekleşti ve yoldaşım Cemre şom ağzı ile yine nazar değdirdi işimize. Şu sözüne de ayrı çok gıcık olurum. ”Ben sana demiştim kanka”

     Video, insana karamsar bir ruh hali hissiyatı veriyor. Kapalı ve yağmurlu havanın böyle hissettirmesi normal. Çirkin binaların, egzoz dumanın, araç ve insan trafiğini olmadığı, sarp yeşilin ve doğal yaşamın varlığından ibaret bir coğrafyada yağmur, en fazla iç çamaşırınıza kadar ıslanmanıza sebep olur. Bu da iyi gelir insana. Ruhunuzdaki şehir buhranı akıp gider.

Kuru giysilerle çekile bildiğim son fotoğraf.

Kuru giysilerle çekile bildiğim son fotoğraf.

     Video sesi biraz açıksa, yağmurun asfalt ile buluşmasının verdiği hoş sesin yanı sıra simetrik olarak devam eden başka bir ses daha geliyor. ”küt küt küt” İşte o ses, yağmur altında %30 a varan rampaları tırmanıyor olmanın kalp atışlarıma verdiği enerjinin Gopro kayıtlarına seslenişi 🙂

2017 – Yalova

     Cemre, kendi Gopro cihazı için Çin’den bazı ekipmanlar almış. Bu turda ilk defa göğüs aparatını kullandım. Daha önce kask üzerine ve gidona bağlamışlığım var. Bunların içerisinde en verimli kaydı göğüz aparatı ile alabildim. Titreşim minimum seviyede ve açısı gayet güzel. Ancak yağışlı hava sık sık silmek gerekiyor. Aksi halde videoda ve fotoğrafta görüntünün flu çıkmasına sebep oluyor.

     Altınova’dan Ayazma yoluna ayrıldıktan kısa süre sonra sağanak yağmura tutulduk ve 3 saat kadar  tadına baktık. İlk önce biraz ısırıyor ama iç çamaşırınıza kadar ıslandıktan sonra, sele yönünden gelen bir mutluluk sarıyor insanı.

     Rampalar ve yağmur biraz nefes almamıza müsaade etmişlerdi ki Sermayecik köyüne ulaştık. Kurulanmak ve karnımızı doyurmak için köy kahvesini bulup orada vakit geçirmeye karar verdik.

Köy içerisinde biraz turladım ancak kıraathaneyi bulamadım. Camii’den çıkan köy ahalisini fark edip yanaştık yanlarına;

+S.a

– A.s

+Abi köyde kıraathane gibi böyle takıldığınız bir yer var mı ?

-Arkanda..

+Sağol abim.

     Biraz ısınmanın, daha da önemli sırtımdaki yiyecekleri mideye indirmenin heyecanı ile daldım kıraathaneye. Selam verip ahali ile biraz sohbet ettik. Yabancı olduğumuz için biraz mesafe koyuyorlardı aralarına ama yağmur altında yaptığımız turu sorgulamaktan kendilerini alıkoyamadılar. Tabi hoş geldiniz demeden geçmiyordu kimse. Kıraathane sahibi arkadaştan 3-5 tane çay istedik hemen. Sağ olsun bizim ıslak olduğumuzu görünce sobayı harladı. İçine bir kaç odun daha attı.

 

 

     Çay gibi çay. Gerçekten tadını unutamadım. Hayallerimi gerçekleştirmek adına sırtımdaki nevaleyi döktüm masaya. Cemre benden daha çok acıkmış olmalı ki nefes bile almıyordu kardeşim benim.

 

 

 

     Nevaleye gömülmeden önce köyün yaşlılarından bir abimiz vardı yanımızda. Güzel güzel sohbet ediyorduk ki yiyecekleri masaya dökünce kalkıp gitmek istedi. Ne kadar ısrar ettiğimse de beraber yemeye ikna edemedim. ” Olur mu yav, misafirin yemeğini yemiş diye bütün köy dalga geçer, ayıplar beni”

     İsmini sormayı unuttuğum dedemle köy hakkında konuştuk biraz. 1900 başlarına kadar dayanıyor tarihi. Tamamı Bulgaristan’dan göç etmiş ve erkeklerinin büyük kısmı Çanakkale muharebesi için ayrılmış köyden. 2 kişi haricinde kimse geri dönmemiş. Hava yağmurlu olduğu için ahali kıraathanede. Aksi halde herkes arazide işinin başında. Çilek ve kiraz bölgenin tarımsal geçim kaynağı. Mevsim nedeniyle tadına bakamadık..

      2 saatten fazla zaman geçirince, akşam 21:00 vapuruna yetişememe korkusu ile hayıflanmaya başladı Cemre. ”hadi kanka” ”yetişemicez kanka” ”çıkalım mı kanka”. Şeytan diyor ki disklerine wd40 sık, sonra ”ben görmedim, görülmez kaza işte”

     Kıraathanede rotamızı söylediğimizde bizim çizdiğimizden farklı bir yol önerdiler. Sıcak çayını içen bir arkadaş ”o tarafa giderseniz yolda kalırsınız. O yol toprak, şimdi çamur olmuştur” şeklinde can alıcı bir bilgi paylaştı bizimle. ”Cemo biz bildiğimiz yoldan devam edelim”

2017 – Sermayecik Köyü Kıraathanesi

Biraz kuruyabilen giysileri tekrar giyinip, köy ahaline selam verip Mahmudiye köyüne doğru pedal bastık.

 

 

 

     Mahmudiye köyüne doğru henüz gaz vermiştik ki köyün (Sermayecik) manzarasını durup fotoğraflamadan geçemedim. Yağmur sonrası açan güneşle enfes bir renk buluşması yaşayan köy manzarasını fotoğraflamaya çalışırken bir yandan da Cemre kardeşimin dırdırını absorbe etmeye çalışıyorum. ” hadi kanka”. Olmayacak böyle. Direk gres yağı süreceğim disklerine…

 

     Aynı noktadan Yalova yönünde bir kare. Yoldaşımın dırdırından oturup tadına bakamadık şu güzel manzaranın.

     Sermayecik köyünden çıkalı henüz 300 metre olmuştu ki başka bir görsel ziyafetle daha karşılaştık. Cemreden işiteceklerime rağmen fotoğraflamalıydım manzarayı. Bir yerlerde gres yağı bulabilsem bir son verecektim bu sancıya ama şanslı çocuk. Çıkmadı karşıma herhangi bir yağ ürünü.

     Kadrajın hemen arkasında yol çatallaşıyordu. Cemre fotoğrafta görülen yoldan gitmemiz gerektiğini söyledi ancak bir terslik olduğunu hissettim. Sermayecik köyünden bir amcam, arazisine gidiyordu ki durdurup sordum. Cemreye uysaydım, geldiğimiz yola geri dönecektik. Bir sonraki köyümüz olan Mahmudiye için çataldan sağa dönmemiz gerekliymiş. İtiraf etmek gerekirse şu manzaraya baktığımda geldiğimiz yola geri dönebileceğimizi hiç tahmin edememiştim.

     Yeterince oyalandıktan sonra çataldan sağa dönüp Mahmudiye köyüne devam ettik. Yol haritasını ve eğimini ben çıkardığım için Sermayecik köyünde rampaların son bulduğunu düşünmüştüm. Alakası yok. Daha çekilecek çok çilemiz varmış.

Sermayecik, Mahmudiye arası yol manzaraları. Bu coğrafyada, bu yeşilin içinde, bu yollarda bisiklet sürmenin hazzını fotoğraf karelerine sığdıramadım ne yazık ki.

 

     Mahmudiye köyü ihtiyar heyetinden Remzi abi ve İslam abi. Bahçelerinde çilek serasını kontrol etmiş köye geri döneceklerdi ki, yolun aşağı ucunda beliren bisikletli şişmanı görünce bir afalladılar. Selam verip durmadan devam edecektim aslında. Yüksek eğimli bir noktada idiler ve kesmek istemedim tırmanışımı. Seslenip selam verdim. Selamımı aldılar sağ olsunlar. Ses tonlarında o kadar güzel bir samimiyet vardı ki devam edemedim yola. Ayak üstü 3 dakika sohbet ettik. İslam abi  bisikletle yaptığımız turu bir işkence olarak değerlendirdi. ” Ya sana bir şey soracağım kardeşim. İnsan bu işkenceyi kendine niye yapar ?”

     İslam abinin bu cümlesine İstanbul’daki gündelik yaşamı, kaosu, koşturmacayı, kirliliği, saygısızlığı, tahammülsüzlüğü, kendimize ettiğimiz asıl zulmü anlatıp hangisi işkence abi diye sordum. Söylediği söz için pişman olup; ” haklısın kardeşim. Gel sana buradan bir ev açalım”. Güzel abilerle güzel sohbet ederken bir anda gökyüzünde Cemrenin sülhiyeti belirdi. ”hadi kankaaaaa” Kabus gibi herif. Abilerimden helallik isteyip tırmanmaya devam ettim.

 

Kıraathane köyün tam meydanında. Gençler önünde oturmuş sohbet ediyorlardı. İslam abi ve Remzi abiyi burada da yakaladım. Kısacık bir sohbetin ardından, rampaların hala devam edeceği yönünde acı bir bilgi geldi.

2017 – Mahmudiye Köyü / Bursa

     Çilek seraları. Sermayecik ve Mahmudiye köylerinin en büyük geçim kaynağı. Ne yazık ki buraları da yoğun bir şekilde araplar satın almışlar.

Patron çıldırdı. %10 değil, %20 değil tam %30 eğitim sadece 100TL.

Çıkacağımız son irtifa olan 670 metreye çıktık. İznik gölünün mükemmel manzarası ile karşılaştık bir anda. Azımdan iki cümle döküldü. ” Hüööfff. Ne mangal yapılır burada”

     İznik gölüne doğru inişe geçmeden Gopro’nun video kaydını başlattım. Tüm iniş boyunca karşılaşacağım görsel ziyafeti mutlaka kayıt altına almalıydım. Kesitler halinde ve hızlandırılmış olarak bir düzenleme yaptım. Keyifle izleyiniz. Umarım birilerini gaza getirmeyi başarabilir video.

2017 – Orhangazi/Bursa

     İnişin ardından gölün kuzeyinden Orhangazi’ye devam ettik. Daha önce Eskişehir turu için gölün güney tarafındaki yolu kullanmıştım. En ufak bir sorun yada risk yaşamamıştım ama kuzey yolu için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Yolun genişliğine rağmen araçlar gereksiz yakın geçişler yapıyorlar. Bu yolu kullanırken çok dikkat etmeli.

     İlk etapta çizdiğimiz rotaya göre Orhangazi’den Güneyköy, Kurtköy, Kadıköy mahallerine uğrayıp oradan Yalova’ya geçmeyi planlıyorduk. Yanlış hatırlamıyorsam 18:00 gibi Orhangazi’ye girebilmiştik. Cemre kardeşim vapura yetişeceğimizi düşünerek yine başladı dırdıra. ”kanka bence gitmeyelim.” ”kanka sen bilirsin ama bence gitmeyelim.” Haritayı açıp zar zor ikna ettim rotamıza sadık kalmaya. 2-3 km devam ettik ki, gücümün ciddi manada eksildiğini ve Cemre’nin bu sefer haklı olduğunu hissettim. Cemo’ya arkasından seslendim. ”Haklısın sanırım yetişemeyeceğiz dermanım kalmadı pek” dediğimde yüzünü bir gülümseme aldı. Cemo’nun dandik telefonunun navigasyonunu takip ederek Bursa-Yalova kara yoluna çıktık. Sanırım bisiklet hayatım boyunca sürüş yaptığım en tehlikeli yoldu burası. Emniyet şeridi yok. Araçlar, bir metreden daha yakın geçiyor ve çoğu ağır araç. Tırmanış ve Yalova’ya iniş çok keyifliydi ancak bir daha aynı yolda bisiklet sürmeyi istemem açıkçası.

     Yokuşlar ve kilolarımdan ötürü son derece hantal, ancak bir o kadar keyifli bir tur oldu yine. Zaten Yalova’da yaptığım hiç bir tur yavan geçmemiştir. Ancak hiç sağanak altında %30’a varan yokuşlar tırmanmamıştım. Bu tur için farklı bir keyif olarak kaldı benim için. Yoldaşım Cemocan bu turda  ”kanka ip bağlıyayım ben çekeyim seni” gibi cümlelerle kendi çapında eğlenip benim sinirimi bozmadığı için kendisine de ayrıca müteşekkirim.

     Bisiklet üzerinde geçirdiğim her dakikanın amacı, yaradılışı ile kalabilmiş doğa ile buluşabilmek. Çünkü muhtaç olduğum kudret, doğanın eşsiz samimiyeti ve zarafetindedir.

 

Sevgiler…

 

13.05.2021 tarihinde güncellenmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir